30 Aralık 2012 Pazar

Ispanyol Paça

1991 yılının son günü, kar sürpriz yaptı, lapa lapa yağıyor.
Evin salonunda, büyük bir keyifle hazırlanmış çam ağacı
Ben, üçlü koltukta uzanmış, nezlemin geçmesini ve iyileşmeyi bekliyorum.
Televizyonda InterStar kanalı açık,
Black or White şarkısının klibini hayretle ve keyifle izliyorum.

İçimde tatlı bir heyecan, akşam İzmit'e gidiyoruz.
Yeni yıla, en yakın dostlarımızın Bulvar'daki evinde gireceğiz.
Bol karlı bir araba yolculuğu, annemin 'Dikkatli gidelim' sesi.
İlk defa üzerime giydiğim yeni yeşil kazağım, İspanyol paça kot pantolonum, 
Mutluluktan, adeta içim içime sığmıyor!

TV'de bir ilk! Levent Yüksel diye bir adam - Sertab Erener'in eşiymiş, Sezen Aksu ile aynı sahne de yepyeni bir şarkı söylüyor.
Elvan ve benim asıl heyecanımız ise, gece yarısından sonra TRT1'de yayınlanacak olan 'Pop Saati' programı; yeni klipleri gösterilecekmiş.
Yeni yılı kutladıktan sonra elektrikler kesiliyor, Pop Saati hayallerimiz yıkılıyor...
Ancak, pencereden dışarı bakınca daha beyaz daha temiz oluyor herşey.


Sabah oluyor, saat 9.00, yine en erken ben uyandım. 'Yaşasın!' demekten alamıyorum kendimi
Çok seviyorum erken kalkmayı. O yılın ilk gününü içime işliyorum. 
Şimdi düşünüyorum da, tam 20 yıl olmuş!
1992 yılbaşı anılarım hala dün gibi taze. 

Beni o yıla götüren burun akıntısı ve yılbaşı ruhuna teşekkürler :) 

Aysegul Kumova
30 Aralık 2012

16 Aralık 2012 Pazar

'Vay benim kıvırcık saçım'

Sıkıcı bir şarkı mırıldanarak geçti direksiyonun başına, kontağı çevirdi. Yüksek bir müzik sesi sardı etrafını aniden. 'Yine radyoyu açık unutmuşum' diye düşündü. Bangır bangır bağıran radyoyu kapadı ve sakin sakin yola koyuldu. Ağzında hala o sıkıcı şarkı...

Evden dışarı çıkmışken yapılacak tüm işleri şöyle bir aklından geçirdi. O sırada bir mesaj sesi geldi telefonundan; annesi kağıt havlu almasını istiyor. 'E olur, markete de uğrarım. Yolumun üstü nasılsa' diye cevap verdi kız. Bu evde ne kadar çok kağıt havlu tüketiliyordu... Hayır, ağaçlara yazık!

İlk trafik ışıklarına geldiğinde frene bastı. Dışarı fırlayacakmış gibi duran ve camlara, kapılara yapışan insanların olduğu minibüs, bir yolcu daha almak için, tam önünde durmuştu. Kısa dalgalı saçlı genç bir adam, tüm kararlılığıyla toplu olarak taşınmak istiyordu. Dolmuşun arkasındaki yazıda şöyle diyordu; 'Dünya delikanlı olsaydı, yuvarlak olmazdı!' ?

Adam birkaç deneme sonrası, ne olursa olsun bir uzvunun mutlaka minibüsün dışında kaldığını anladı. Bunu anlaması yaklaşık 2 dakika sürdü sanki... 'Minübüsçü' sabırlıydı, bekledi. Eda, öylece bakakalmıştı. Yol boştu ama sollayıp minibüsün önüne de geçmiyordu. Sanki araca binmeye çalışan kendisiymiş gibi, genç adamın tüm çabasını izlemeye dalmıştı. Adam, yorucu bir koşunun ardından alınan o derin ve sık nefeslerden alarak, 'ünlü bir filozof' olan minibüs şoförüne bir selam çaktı. 'Devam et!'

Eda, 'Aman tanrım ne kadar çok korna çalıyorlar bugün. Deli mi bu insanlar?' diye düşünürken, yolun ortasını kapadığını fark etti. Artık olay sahnesi değişmişti. Dalgalı saçlı genç adam da artık ona bakıyordu. Eda irkilip kendine geldi ve gaza bastı ama ne fayda, araba ilerlemiyordu. Gece yağan yağmurun, asfaltta bıraktığı derin izlerden biri olmalıydı. Sağ ön tekeri kurtulmuyordu çukurdan. Baktı ki olmayacak, Eda arabadan indi, kolları sıvadı, arabanın altına kafasını eğdi, bakmaya başladı. Eeee! Napıcaktı ki? O anda yanında bir kafa daha belirdi; dalgalı saçlı genç şöyle dedi;

'Merhaba, dilerseniz ben yardımcı olabilirim.' Eda, 'Ah çok memnun olurum' diye yanı verdi. 'Gerçi siz de az önce epey yoruldunuz...'

Ben kuaförüm de saçlarınızın kıvırcığı çok yapay görünüyor. Perma mı? İzin verin sizi baştan yaratayım.'

Eda'nın yanıtı; 'Ay olur valla, yeriniz nerde sizin?'

Aysegul K

10 Kasım 2012 Cumartesi

Diğer Yarımküre

Güzel bir güne uzun bir yolculuk yaptım.
Doğal bir macera için geniş bir soluk aldım,
'Yaşadığın hayat için minnet duy' diyenlere kulak verdim.
Yaşadığımı idrak eden ben, aldığım güneşi içime bıraktım.

Çok uzağımda yaşayan canlılarla
Daha önce tanımadığım insanlarla,
O kadar da düşünmeyen aklımla,
Atıldım maceraya...

Mutluyum : )

Aysegul
İlham: Mayıs 2012
Son dokunuş: Kasım 2012

26 Ekim 2012 Cuma

Öğreniyorum

Üşenmemeyi öğreniyorum bu ara.
Bir kanepede uzanıp kalmamayı
Uzanıyorsam da ayaklanmayı
Ayaktaysam şayet, koşmayı.

Doğru yöne bakmaya çalışıyorum şu ara.
Boynum tutulmuş olsa da kireç tutmuş kemikten,
'Bu yön benim', 'Bu doğru benim' demeyi öğreniyorum.

İnancımın kaçıp saklanmasına göz yumuyorum bu ara.
Özlemiyorum, ferahlıyorum biraz,
Telaşlanmıyor, 'adaam sen de' diyorum.
Çok mutlu olmaktan da korkmuyor, cok korkmaktan da haz duymuyorum.

Köşeleri törpülüyorum bu ara,
Sevdiğim 'ben'i parlatıyorum biraz.
İlk defa gerçekten düşünmek için kullanıyorum şu ara beynimi, ve de kabullenmek için kalbimi.

Üşenmemeyi öğreniyorum bu ara,
Dinlemeyi...

Aysegul Kumova
16 Ekim 2012

29 Temmuz 2012 Pazar

düşünce zengini

Ne dediğini düşünürken dediğini düşünmez misin? Sevdiğini söylemeden, onun anlamasını ister, sevdiğini bildiğini varsayar mısın?
Gizli kapaklı olsan da sahneye çıkmaz mısın?
Kararlılığınla övünüp, 'E şimdi ne yapacağım!' demez misin?

Akıl küpü...

Aysegul K
Temmuz 2012

22 Temmuz 2012 Pazar

'Dik dur tonton kızım!'

Aralık 2010'da yazmışım bu yazıyı... İlk defa yayınlıyorum. ______

Kendimi bildim bileli, ailem ve arkadaşlarım konusunda çok şanslı gördüm kendimi. Bugün 32 inci yaşımın içinde, ne yaptığını pek de bilmez ama nasıl oluyorsa emin adımlarla ilerleyen biri olarak bir değer, bir minnet yazısı kaleme almak istiyorum. Daha doğrusu, klavyenin tuşlarından akıtmak istiyorum yüreklerinize... Bu yazım ailemle ilgili!

Çoğu zaman anne ve babamızın, bir zamanlar çocuk, sonra da birer genç olduklarını unuturuz. Onlar da bizim artık bir yetişkin olduğumuzu bilir, ama nedense bir türlü içlerine sindiremezler. Bu durum, karşılıklı bir 'benim dediğim olacak!' savaşına dönmeye başlar. Farklı zamanlar, farklı şartlar, farklı ailevi konumlar, yaş farkının çokluğu, bunların hepsi bir yana, herkes farklı birer birey olduğunu unutur, karşındakini değiştirmeye, düşüncelerini, farkında olmadan da olsa manipüle etmeye çalışır. Sonra ver elini uzun süreli tartışmalar, belki kapı çarpmalar, istenmeyen sözler... Hepsi sevgiden, fazlasıyla sevmekten ileri gelir. İşte ben de bu sevgiden, onun özünden bahsetmek istiyorum bu yazımda.

Annem ve babamla aramızda tam 30 koca yaş var. Annem uzman doktor, babam ise kimya mühendisi. Her ikisi de özellikle klasik müziğe çok düşkündürler. O şimdi mumla aradığımız AKM'de benim çocukluğum geçmiştir. Ne baleler, ne senfoni orkestraları, oda orkestraları, İdil Biretler, Suna Kanlar, Aya İrini'de her yaz mutlaka gidilen konserler. Saymakla bitiremem. Bir de Gazanfer Özcan ve Gönül Ülkü tiyatrosunda sahneye konulan neredeyse tüm oyunlar, Dormen ve Kenter tiyatrosu... Şimdi farkediyorum ki, hem annem hem de babam beni sanatın içinde yaşatmaya çalışmışlar. Nitekim ben onlardan, kişisel eğilimler yönünden de epey farklıyım. Oldum olası müzik ve dansa yatkınım ben. Bu yönüm de anneanneciğime çekmiş, orası kesin! İlk piyanomu da, 8inci yaşgünümde o almıştır bana.

Annem de, babam da benim bu yönümü, ellerinden geldiğince desteklediler. Piyano dersleri aldım, okuldaki modern dans topluluğunda baş dansçı olarak dans ettim. Dans etmekten daha çok sevdiğim birşey yoktu adeta. Varsa belki şarkı söylemek olabilir... Hayatımda bunlar olup biterken, 3 kişilik çekirdek mi çekirdek ama, deyme büyük ailelere taş çıkaracak kadar büyük sevgiye sahip bir aile olduk. Hala da öyle ama zaman içinde şekil ve ifade biçimlerimiz değişti, o kadar.

Evet ben tek çocuğum! Çok özverili bir anne ve babanın tek kızıyım. Annemin bana hayatımda söyleme rekoru kırdığı ve Guiness'in haberi bile olmayan 'Dik dur tonton kızım', zaman içinde babacığım tarafından da benimsenip sürekli söylenmeye başlanmıştır. Bugün hala bu sözü çok sıkça duyuyorum. Geçen gün fark ettim ki, eskiden beni tabiri caizse 'daraltan' bu cümle, ilk defa bir değer bilme hissi verdi bana. Birden fark ettim ki, ben bu cümleyi duyunca daha iyi hissediyorum. Bu ifade aslında, 'Seni seviyoruz ve her zaman yanındayız' diyor.

Ailecek öyle çok duygusal cümlelerle, gereksiz duygusallık yapan bir aile değiliz. Annem doktor olmasına rağmen, başım ağrıdığında ilaç bile tavsiye etmez. En sevdiğim lafı 'Yat uyu geçer'dir. : ) E doğru söze ne denir? Onun bu yönünü, çok seviyorum:)

Bir yastıkta 34 yıl
Benim güzel annem çok becerikli bir kadındır. Bugüne kadar uğraştığı el işlerini saymakla bitirebilecek miyiz bir bakalım:) Tezhib sanatı, ahşap boyama, makrome, kurdele nakışı, mum yapımı... Ayrıca iddia ediyorum ki, dünyanın en yaratıcı yemeklerini onun ellerinden yiyebilirsiniz. Üstelik sağlıklı olmalarının yanında bir de lezzetli olurlar. Yoğun çalışan bir anne olunca pratik oluyor insan haliyle..

Babam ise hayatını ailesine adamış, çok çalışmış, kendi işini kurmuş, büyütmüş, dürüst bir iş adamı olması ona zaman içinde kayıp olarak geri dönmüş ancak hala aynı şevkle çalışmayı seven bir adam. Evimizde herşey müşterektir ve evin işini yapmaktan hiçbir aile üyesi gocunmaz. Böyle bir aile olmamız babamın marifetidir. Miktar ayarlamasını çok iyi yapamasa da, oldukça güzel yemek de yapar. 1976 yılında evlenmiş ve beni '79da dünyaya getirmişler. Tam 34 yıldır omuz omuza bir hayat. Bu kadar uzun bir süre bir arada olmak emek ister. Ama asıl mesele galiba şu, bunun çok kolayca yapılabildiğini göstermek önemli. Benim anne ve babam da bunu başarmış insanlar.

Doyamamak gibi...
Bir evin içinde üç yetişkin yaşıyoruz. O yetişkinlerden biri olarak bugün sordum onlara; "34 yıldır evli olmak nasıl bir duygu?" diye. Babacığım hiç tereddüdsüz yanıt verdi; 'Doyamamak gibi kızım.'

Annem gülümsedi...

24 Haziran 2012 Pazar

ben her yaz yeniden doğarım...

Bir yaz ayında doğduğumdan mıdır bilmem; her yaz yeniden doğarım ben
O 'her bahar aşık olan' var ya, onun gibi birşey işte...
Suya daha yakın olursun, güneşe karşı daha samimi
Akşam olması bile umrunda olmaz, gündüz hemen kaçıp gitmez çünkü

Yazın akşamı makbuldür, huzurun ise tenha sokaklısı
Buram buram sıcakta harıl harıl çalışsam da, bilirim ki yaz akşamı ucunda.
Müzik daha canlı olur, göz bebekleri daha parlak
Sözler daha kolay dökülür, akılsa daha çelinesi olur.

Dondurmanın limonlusu, şeftalinin sulusu, sabah-akşam havanın kokusu,
Gülüşler daha sıcak, hayat ise daha yaşanası...

Aysegul Kumova
Haziran 2012
<><><><>

14 Haziran 2012 Perşembe

Moda'da bir akşam

Yaz akşamı, İstanbul, ayağında terlik
Fazla hareket yok, konuşmalar mırıltı
Hayallere dalarken keyfe keder bir yalnızlık
Gecenin sonsuzluğuna bakan ise 'koyulan hedefler'...

Kıpır kıpır içi, gözleri parlak, yüzünde bir gülümseme
Gerçeği görürken hayal kurmanın olağanlığı

Aysegul K

10 Haziran 2012 Pazar

herhalde dünyaya sadece kendimizi sevmek için gelmiyoruz?!

Her kişinin kendini ifade etme şekli ve hatta 'olanağı' farklıdır; bazısı müzik yapar, bazısı şair olur, kimi konuşup durur, kimi de susup oturur. Ben yazarım. Bol bol, anlamlı anlamsız, aklımın köşelerinde ne var ne yoksa döker yuvarlarım. İşte yine yazıyorum.
Son zamanlarda kafamı çok kurcalayan bir konu var; 'Bir insan neden bencil olur?' Kendimi bildim bileli, hayatı algıladığım ilk andan bu yana, sadece kendini düşünen ve kendini yaşayan insanları gözlemledim ve fakat yine de anlayamadım. 'Bir insan neden bencil olur?'...

Bu sorunun cevabını bulmak oldukça zor ama kaynağını tahmin etmek için alim olmaya gerek yok. Aileniz sizi nasıl bir motivasyonla yetiştiriyorsa, o kişiliği benimsiyor, öyle yaşıyorsunuz. Burçlar, yükselen burçlar, size konulan ismin anlamları falan hepsi hikaye. İçine büyüdüğünüz alanda kralsanız, heryerde kendinizi kral zannetme olasılığınız çok yüksek... Buradaki en büyük tehlike ise hayatı da böyle zannetmedeki yanılsama!

Bence nasıl bir motive şekli ile büyümüş olursa olsun kişinin kendisine sorması gereken bazı sorular olmalı, düşünmeli...
  • Bugün birine gerçek anlamıyla 'nasıl' olduğunu sordum mu?
  • Sorumun cevabını dinledim mi yoksa yine kendi derdime bağlayıp anlatıp durdum mu?
  • Sabırsızlık içinde yakın bir arkadaşımı arayarak, güzel bir haberi verip 'çot' diye kapattım mı?
  • Acaba etrafımdaki insanlar bana neyi neden söylüyor?
  • Aynada gerçekten kendimi görüyor muyum?
  • Bugün kim için bir fayda sağladım? Bu sorunun cevabı kendimden başka birini içeriyor mu?
  • Benim 'saygı' olarak adlandırdığım tavır, başkalarına nasıl görünüyor, ne anlatıyor?
  • Bugün benden büyüklerin ağzından çıkan hangi 'kelime'yi dinledim? Ya da gerçekten dinledim mi?
  • Ben herşeyi biliyor muyum? Cevabım 'hayır'sa neden herşeyi biliyor muşum gibi davranıyorum?
Ne olur sadece kendimizi düşünmeyelim... Herhalde bu dünyaya sadece kendimizi sevmek için gelmiyoruzdur!

9 Mayıs 2012 Çarşamba

'Durun ben doktorum! Bende yükseklik korkusu var!?'

Hep dobra bir insan oldum... İçimden geçenleri yüzeyde yaşamak, onları beklemeden kelimelere dökmek gibi bir huyum vardı. En yoğun caddenin kaldırım kenarında, nefes nefese koşarken bunu düşünüyordum. ‘Neden?’ dedim kendime, sonra düşüncelerim aktı gitti. Kalabalık üsteme gelirken, bundan ne kadar nefret ettiğimi de, iki dakikada bir kendime tekrarlıyordum.
Fiziksel ve zihinsel bir yorgunlukla boğuşurken, ‘Neslihan!’ diye seslenen bir erkek sesi duydum. Bir an için durdum ve dönüp, sesin geldiği yöne baktım; 40 yaşlarında bir adam, kızına sesleniyordu: ‘... hadi kızım çabuk ol!’ Çok tuhaftır, kız babasına ‘Adım Nida! Neslihan değil’ dedi. Bir dakika, bunu o kız değil kafamın içindeki kendi sesim söylüyordu. Hemen kendime geldim ve yapmam gereken şeyi hatırlayarak, son hız tekrar yola koyuldum. Serdar Bey’in toplantısına, noter tasdikli bu dokümanların mutlaka ulaşması gerekiyordu.

Evet, yönetici asistanlığı yapıyorum. Önüme gelen herşeyi planlayıp programlayan biri olarak beni oldukça tatmin eden bir işim var. Aslında takıntılarımın ihtiyaçlarını giderse de bu işi pek de sevmiyorum ben. Bunun farkına ilk vardığım an da, o gündü; dosyayı yetiştirmeye çalıştığım gün...

80'li yıllardan kalma, artık güvenlik açısından zayıf olduğu için hiç kullanılmayan aşınmış ahşap kapıyı usulca çaldım. Çalmaz olaydım, bir gürültü koptu! Durun bir dakika, bu ses içerden değil dışarıdan geliyordu. Galiba yolu kazmaya başladılar. Kaç gündür uyarı levhası yolda duruyor, hele şükür... Neyse. İçeriden hiç ses gelmiyordu. Birkaç kez daha kapıyı çaldıktan sonra yine cevap gelmeyince, arkamı dönüp asansörün düğmesine bastım. O da ne, asansör yerinde yok.

Koca asansörün yerinde derin bir boşluk. Meğer o büyük gürültü burdan gelmiş. 'İyi de nasıl oldu da anlamadım' diye düşünerek binadan dışarı çıktım. Gözlerim apartman görevlisini arıyordu, neyse ki buldum. Görevli beni görür görmez, 'Kaçılın ben doktorum, yükseklik korkum var!' diyerek apartmana koşarak girdi. Ben de peşinden gittim. Geniş bir halata bağlı asansörü çekerek, yerine yerleştirdik. Çok kolay olmuştu. Sahi, ben daha önce bunu hiç yapmış mıydım?

Hafif bir karanlık ve üzerimde ince bir yorgan var. Sol gözüm hafif aralık, durumu anlamaya çalışıyorum. Evet! odamda uyuyorum. Hava da karanlık zaten. Saate bakıyorum; 5.00 olmuş. Günlerdir uykusuz olan ben, dolaptan usturuplu bir şekilde aldığım kot pantalonumu giymiş, üzerime de bir tişört geçirerek yatağa uzanmış, bir de güzel uyumuşum. Oysa bu olanların hiçbirini hatırlamıyorum!!

İşte o anda karar verdim; bir daha bu kadar yorulmayacağım... Unutmadan! 'Ben doktorum' diyen bir apartman görevlisinin arkasından da asla koşmayacağım.

15 Nisan 2012 Pazar

aşk hakkında yazmam ben...

Civar köylerden birinde gezintiye çıktım. Cırcır böcekleri hiç durmuyor, kulağımı acıtan bir ses çıkarıyorlardı. Acaba neden hiç susmuyorlardı? Bu soruyu hep sorarım kendime... Bir de durup durup kafayı bozduğum 'Evren sonsuzsa, nereye kadar gidebilir ki? Peki gittiği yer neresi? Hiçlik mi?' gibi kayışı kopartan sorularım vardır. Onlar da böyle olmadık anlarda geliverir aklıma. Bu paket taşlı yolları, ilk yapan kimdi acaba? Kimin aklına gelmişti ve neden?

'Kavga etmeyi bırakın bakayım, pssst psssst, git bakayım sen hadi!' Köşedeki börekçi kadın ellerini birbirine çırparak, taşlı sokakta ayak bileklerini burka burka koşuyor; iki kedi acımasızca kavga ediyordu. Ay hiiiiç karışmadım. Benim önemli bir görevim vardı. İlham gelecekti bana; şarkı yazacaktım. Olayı duymazlıktan gelip, geçtim gittim.

Hava sıcak ama esintili, aklım biraz karışık ama tatlı bir düşüncedeydi. Köyün dışındaki çalılık alana çıktım. Engel tanımadan devam ettim, gittim. Yürüdüm. Sanki hiç yorulmayacakmış gibiydim. Bekleyen değil de giden olmak daha kolaydır. Ben de gidiyorum işte... Nereye gittiğimi bilmeden ama neden gittiğimi bilerek. Bir kayalığa geldim ve hiç düşünmeden, sanki tüm amacım buraya gelmekmiş gibi hemen oturuverdim. Ellerim dizlerimin üzerinde bir süre baktım etrafıma, sonra cebimden defterimi ve kalemimi çıkardım, elime aldım. Evet, artık yazabilirim! Ne hakkında yazsam acaba?

'Aşk hakkında yaz!' dedi arkamdan gelen bir erkek sesi. Çok tanıdık ve yakın geldi ses. Bir hışımla arkama dönerken akşam güneşi gözümü aldı. Gördüğüm karaltıya çok net bir tavırla, 'Ben aşk-meşk hakkında yazmam' dedim. Tavır koymakta üstüme yoktur... Yumuşak eliyle yanağımı okşarken şöyle dedi; 'Artık aşk hakkında yazabilirsin sevgilim. Hadi uyan!'

Uyandım...

1 Nisan 2012 Pazar

aklı karışmış bunun!

Hanidir yazmadım. Yazamadım. Daha az mı düşündüm? Hayır. Yazmayı daha az mı sevdim? Ona da hayır! Yazmadım işte...

O sabah uyandım. Gözkapaklarımı tam aralamıştım ki telefon çaldı. İçimdeki ses - yani benim sesim - 'Aloooo' diye bağırdı. Sonra bir daha ve bir daha bağırmasına rağmen kimse yanıt vermedi. 'Hah!' dedim. 'Tamamdır, şimdi alayım sinirimi senden...' Alamadım. Ne karşımda kimse vardı; ne de ben uyanıktım. Alevlendiğimle kaldım öyle; kızdığım, köpürdüğümle. Sivri zeka! Uyuyorsun ki sen, kim duyar seni? Kendime kızdığım gibi aldım telefonu elime, bir güzel kapadım. Kimse aramasın, ararsa da çalmasın diye... Aaa bi dakka telefonun zili böyle mi çalıyordu? Ee kapatmadım mı ben telefonu? A yoksa alarm mıydı bu? Ama benim alarmım, Cabaret'nin alto partisyonu gibi mi çalıyordu? Durun bi dakka bir ışık görüyorum; of olamaz sahnede şarkı söylüyorum ben?! */%!?)+P:* En iyisi kaptırayım şu şarkıya...

'Life is a Cabaret old chum...'