20 Ağustos 2009 Perşembe

... hayaller

Hayaller için ne zaman geç olur? Ya da şöyle sorayım; hayalin için geç kalmak diye birşey var mıdır sahiden? Kime, neye göre geç kalırız ya da erken davranırız? Öyle ya da böyle, geç kalmışlıklar ve geç kalmışlık hisleri pişmanlığı doğuruyor. Üstelik bunlar en beklenmedik, en tuhaf zamanlarda muzipçe çıkıveriyor su yüzüne!

Çocuklarını büyütmüş 30 yıllık evli bir kadının, sıradan bir hikayeyi anlatırken, aslında istediği mesleği okumadığını, fedakarlıklar sonucu bulunduğu noktaya geldiğini öğrenirsin... Çok da içten tanımadığın bir arkadaşını içten bir şekilde dinlerken, imrenerek keşke ben de yapsaydım diye hüzünlü bir şekilde tebessüm ettiğini görürsün. Sonra birgün, küçük bir çocukken hep hayalini kurduğun o okulun tanıtımı, e-posta kutuna gelir. Ama yaşın 30u geçmiştir ve artık çok geçtir... Bunlar gelir gider ve kaçınılmazdırlar. Ancak galiba mühim olan onlara kapılıp hayatın akışını unutmamak ve en önemlisi, onları es geçmemek!

Bazılarının Polyannacılık oyunu dediği mutluluk oyunundan bahsetmiyorum. Sevmiyorum da o kadar mutlu olmayı, kusursuzluğu, pürüzsüzlüğü... Demem o ki, hayal kurarız, gerçekleştiremezsek hayal kırıklıkları yaşar ve aldığımız kararlardan pişmanlıklar duyarız. Fakat önemli olan bunları, tüm hücrelerine sindirerek yaşamak!

Yaşadıklarını sevmelisin. Yaşamını sevmelisin. Kendini sevmelisin...

16 Ağustos 2009 Pazar

... manzara

...
Çırpınıyorum ama dinginim
Derinden alıyorum sesleri dinlemedeyim
Dokunmuyor, içime işliyor manzara
'işte senin hayatın' der gibi karşımda

Baharım geldi ama endişeliyim.
İnancım tam, yine de umut fakiriyim.
Gölge kalktı mı üzerimden bu manzara,
'Sevgi sensin, müzik sensin' der bana.

Soluyorum ciğerlerime İstanbul'u
Kucaklıyorum yine iyiyi kötüyü
Bir fotoğraf karesi oluyor karşımda
İçimdeki şarkıyı bağıra çağıra !

Aysegul, Mart 2009

... nefes

Şu insanoğlu ne tuhaf... doğuyor, öğreniyor, büyüyor ve sonra da unutuyoruz...

Uzmanların söylediğine göre, yetişkin insanların yaklaşık yüzde 90'ı doğru nefes almayı bilmiyor! Yani bir bebek tüm organlarına yetecek kadar karnından nefes alabiliyor, tüm evi kaplayacak kadar büyük çığlıklarla ağlatabiliyorken biz yetişkinler, iki cümleyi birden konuşurken nefes almaktan aciz olmuşuz. Ne üzücü değil mi?

Peki iyi nefes alamamak nelere yol açabiliyor? Yine uzmanlara göre, en basit bir negatif düşünce silsilesinden, panik atağa, çeşitli iç organ rahatsızlıklarına, depresyona davetiye çıkarabiliyor... Evet... bu daha da üzücü ! Şimdi bu durumun artık farkında olduğumuza göre ne yapmamız gerektiğine bakalım. Size bir iyi bir de az buçuk kötü haberim var; doğal bir şekilde nefes almayı yeniden öğreten atölyeler var artık : O ) Nasıl ama?

Aslında kötü haberim de bu!! Neden biliyor musunuz? Okul hayatının henüz başında en komplike matematik problemlerini çözmeye başlamış, tüm hayatını etkileyecek kariyer kararlarını, hayatının baharında almayı becerebilmiş, çoluk çocuk büyütmüş okutmuş, sonra arada kendisini de çeşitli sosyalliklerle buluşturup geliştirme becerisine sahip olmuş insanoğlu, evet o insan evladı nefes almayı beceremediği için kursa gitmeye başlamış.

Bu tür doğal nefes akademileri, günümüz insanı ve stres dolu yaşantılar için gerçekten de güzel bir çözüm... Ancak, her türlü sağlık sorunumuzu başvurduğumuz doktor kontrollerinde olduğu gibi, o, bu , şu, demeden herkesin nefes almasını sağlasak daha iyi olmaz mı? Belki topluca şunu deriz; 'heh bu muymuş yav doğal nefes? Allah seni napmasın. Kardeşim ben bunu kendime yanlış öğretmişim. Tamam yaw... Artık doğru dürüst nefes alıcam. Bir daha mümkün deeğüldür ki negatif düşüneyim. Pozitifüm pozitüfffff!' Yani dediğim şudur ki, yüzlerce lira, dolar, euro ödemek yerine parklarda sokaklarda öğrensek, öğretsek...

Aslında yapmamız gereken, doğduğumuz anda öğrendiğimiz yaşam fonksiyonlarımızı nasıl unuttuğumuzun bilincine varmak... Böylece, yeniden öğrenmemize bile gerek kalmaz ne dersiniz?

Biraz önce bir TV programında rastladım, belki bir incelemek istersiniz... alın size bir nefes atölyesi; 'Mucize' diyorlar. Ben düşünüyorum katılmayı, öğrenmeyi öğretmeyi :O) http://www.mucizekursu.com/

Sevgiyle, görüşmek üzere

Aysegul

8 Ağustos 2009 Cumartesi

... bir dilim kakaolu kek

Hayat sizi nasıl kendine bağlar? Nasıl motive olursunuz? Bu ufacık tefecik detaylarda gizlidir aslında... Sevdiğim insanların arasında ve yörüngesinde olmanın beni mutlu etmesinin dışında en sevdiğim kurabiyeyi yemek, sevdiğim bir şarkıyı derinlerden de olsa duyabilmek, algısız bir şekilde tv karşısında pineklerken bana komik gelen bir espri bile hayat algılarımı açar, beni kendimle iletişime zorlar. Bu sabah da aynen böyle yaşamın küçük bir hareketi beni uyandırdı...

Kalkar kalkmaz, her zaman yaptığım gibi radyomu açtım. Sabah sporumu yaptıktan sonra - aslında iki kol hareketi ve birkaç esneme de ne kadar spor sayılırsa - elimi yüzümü yıkamak ve bir duş almak üzere odamın kapısını açtım. Ve onunla karşı karşıya kaldım... Hemmeeeen burnumdan içeri girdi : ) Biraz önce bahsettiğim o mutluluk duyularımı açtı ve içeri daldı, odamı kapladı. Dolaştı ve açık pencereden uçup, konu komşuya da attı havasını... Evet, canım annem kek yapmıştı.

Kakao, ceviz ve elmadan oluşan bu güzel besin ürünü tüm eve yaydığı koku kapıma gelince durmuş, beklemişti. Beni uyandırmamak için kapıyı çalmamıştı. Öylece, sessizce, e biraz da muzipçe bekliyordu. Ve güne mutlu başladım... Evet işte bu kadar kolay beni mutlu etmek : ) Aslında dürüst olayım, beni mutsuz etmek de bir o kadar kolay çoğu zaman... Buna da belki başka bir yazımda değinirim ;O)

Sanırım çoğu insan için de aynı şey geçerli oluyor... Farkında olsalar da olmasalar da, aslında mutlu olmanın formülü bu kadar basit ve net !